Monday, May 14, 2018

İran’da Kim Neyin Kavgasını Veriyor?- Babek Şahit

İran’da Kim Neyin Kavgasını Veriyor?

ANKARA - Babek Şahit- Tebriz Araştırmaları Enstitüsü İran Uzmanı: 
.. 1978’de İran’da beklenmeyen bir şekilde protestoların patlak vermesi üzerine ABD, soğuk savaş uzmanı Robert Jervis’ten İran’daki olaylarla ilgili kapsamlı bir rapor hazırlamasını istemiştir. Jervis’in CIA, ABD konsoloslukları ve büyükelçiliklerinin İran’daki protestolarla ilgili bütün raporlarını inceledikten sonra hazırladığı rapor; dönemin ABD başkanına sunulmuştur. 2010’da Robert Jervis, İran Devrimi ve ABD’nin Irak saldırısıyla ilgili “İstihbarat Neden Başarısızlığa Uğrar; İran Devrimi ve Irak Savaşından Dersler” (Why Intelligence Fails; Lessons From The Iranian Revolution and Iraq War) adlı kitabını yayınlatmıştır. Jervis’in bu kitapta özellikle vurgu yaptığı nokta; ABD’nin İran’daki İslamcı hareketin, cihatçı grupların eline düşebileceğini ön görememesi ve yalnız SSCB’nin İran’daki nüfuzunu azaltmak için İslamcılara destek vermesi olmuştur. Jervis’e göre ABD devleti, İran’daki cihatçı grupların devrimden sonra devlet idaresinde rol alabileceklerini tahmin etmemiş, devrimin gerçekleşmesi halinde ABD’ye yakın Mehdi Bazergan ve Azatlık Hareketi gibi liberal İslamcıların İran’a hakim olacaklarını ve böylece SSCB yayılmacılığının engelleneceğini düşünmüştür.
28 Aralık 2017 tarihinde beklenmeyen bir şekilde İran’ın Meşhet kentinde başlayan hayat pahalılığına karşı protestolar kısa sürede İran geneline yayılmış; İran’daki olaylar dünyanın gündemine oturmuştur. Bu olayları kim başlattı? Arkasında ne var? Nereye evrilebilir? Jervis’in cihatçı gruplar olarak bahsettiği Devrim Muhafızları Ordusu’nun yurtiçine hâkim olmak için son planı bu mudur? Yoksa haberlerde yansıtıldığı gibi Devrim Muhafızları Ordusu ve rejim ilkelerine karşı ciddi bir başkaldırı mıdır? Gibi sorular, ABD’nin İran’daki olayları dünya gündemine taşımasıyla en çok konuşulan gündem maddelerinden olmuştur. İran’da dış müdahalenin parmağı olduğunu savunanlara göre bu işin arkasında bir sene önce CIA’nin İran departmanı başına atanan, 9 sene CIA’nin terörle mücadele başkanlığını yapan ve El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’in yerini bulup operasyon düzenleyen CIA içinde Ayetullah Mike ve Karanlıklar Prensi adlarıyla bilinen Michael D’Andrea olmuştur. Kimilerine göre bu protestolar İran’ın şeriat merkezli baskıcı politikalarından bunalan ve geleceğinden ümitsiz genç kuşağın ekonomik kaygılarıyla dolu itirazlarından ibaret olmuştur. Bu çalışmada devrim sonrası tarihsel faktörler dikkate alınarak olayların içeriği üzerine bir analiz yapılmıştır.
İran’da Güç Kavgasının Tarihsel Arka Planı
Modern İran ordusu tarihi, SSCB yanlısı Kızıl Darbe taraftarı olan İranlı subayların idamıyla süregelen bir tarih olmuştur. 1944’ten 1990’a kadar binden fazla İranlı subay SSCB yanlısı darbe yapmak suçlamasıyla askerî mahkemelerde yargılanıp idam edilmiştir. 1945’te Horasan Subayları Ayaklanması olarak bilinen darbe girişimi, SSCB yanlısı Tude Partisi Subayları Örgütü’nün düzenlediği ilk darbe girişimi olmuştur. 15 Ağustos 1945’te Horasan’ın Türkmen Sahra bölgesinde başlayan darbe girişimi, bir hafta süren iç çatışmadan sonra bastırılmış; onlarca subay tutuklanmıştır. SSCB’nin İran Ordusundaki etkinliği 1953’te CIA literatürüne “Ajax Operasyonu” adıyla geçen darbe girişimiyle sonuçlanmıştır. 15 Ağustos 1953 gecesi ABD’nin Musaddık’a karşı darbe girişiminde bulunacağı haberleri, dönemin İran Genelkurmay Başkanı General Fazlullah Zahidi’nin Tude Partisi Subaylar Örgütü gizli üyesi olan özel kalem müdürü tarafından Tude Partisi’ne haber verilmiştir. Tude Partisi, bu haberi alır almaz dönemin başbakanı Muhammed Musaddık’a ulaştırmış, gereken hazırlıklar yapılmıştır. 16 Ağustos 1953 gecesi Şah’ın özel kuvveti olan Cavidan Garnizonu, tank ve zırhlı araçlarla Musaddık’ın kapısına dayanıp ordunun yönetime el koyduğunu bildiren belgeyi Musaddık’tan imzalamasını istemiştir. Önceden hazırlıklarını yapan Musaddık’ın yanındaki korumalar ve Tude Partisi üyesi subaylar, darbe komutanı Nimetullah Nesiri’yi gözaltına almış, darbe haberi 17 Ağustos 1953’te Tahran’da yayılmıştır. Tude Partisi’nin örgütlemesiyle Tahran halkı Musaddık taraftarlığında sokağa dökülüp Tudeci generallerin yardımıyla darbe engellenmiştir. Darbenin engellendiği gün Muhammed Rıza Şah ülkeden kaçmış, önce Irak’a oradan da İtalya’ya sığınmıştır. Musaddık’ın Tudeci generallerinin yardımıyla ülkede sıkıyönetim ilan etmesi üzerine, 18 Ağustos 1953’te ABD’nin İran büyükelçisi Loy W. Henderson, Musaddık ile görüşmüş, İran’ın SSCB bloğuna geçmesine izin verilmeyeceğini bildirmiştir. Bu görüşmeden bir gün sonra ABD Büyükelçiliğinin desteklediği siyasal İslamcılar Musaddık’a karşı ayaklanmışlardır. CIA ve ABD devlet arşivinin belgelerine göre İslamcı ayaklanmayı düzenleyen Ayetullah Behbehani ve Ayetullah Kaşani gibi liderler, aylar öncesinden ABD devletiyle temasta bulunmuşlar ve ayaklanmayı örgütleyen gruplara finans desteği sağlanmıştır. Ayaklanmanın yapıldığı 20 Ağustos 1958 günü İran jandarma ve polis kuvveti protestocularla birlikte başbakanlık binasına yürümüştür. Muhammed Musaddık, başbakanlık binası koruma ekibine karşılık verilmemesi talimatı vermiş ve bunun üzerine başbakanlık işgal edilerek darbe gerçekleşmiştir. İran Genelkurmay Başkanı Fazlullah Zahidi, 20 Ağustos 1958’de ordu adına yayınlandığı duyuruyla ordunun yönetime el koyduğunu ve Musaddık’ın görevden alındığını duyurmuştur. Darbeden sonra ordu içinde yapılan kızıl tasfiyede 600 İranlı subay Tude Partisi üyeliği suçlamasıyla tutuklanmıştır. Tutuklanan subaylar içinde dönemin Genelkurmay Başkanı Zahidi’nin başyaverleri, özel kalem müdürü ve üst kademeli generaller olmuştur. Askerî mahkemelerde yargılanan bu subaylardan 36 albay ve general vatana ihanetten, Tude Partisi üyeliğinden ve SSCB’ye casusluktan idam edilmiş, 134 kişi müebbet, 119 kişi 15 yıl, 79 kişi 10 yıl tecrit hapsine ve kalan 89 kişi 1,5 yıldan 10 yıl hapse mahkûm edilmişlerdir. Bu tarihten sonra Tude Partisi yeraltına çekilerek gizli faaliyet yürütme kararı almıştır.
Sosyalist düşüncenin İran Ordusu’ndaki etkinliği 1979 devrimine kadar devam etmiştir. 1979 İran’da İslam Devrimi yapıldığında Tude Partisi Subay Örgütü’nün ordu içinde 114 subay üyesi olduğu açıklanmıştır. Devrimden dört sene sonra 1983 yılında 101 İranlı subay Tude Partisi üyeliği ve SSCB destekli kızıl darbe teşebbüsünden tutuklanmıştır. Devrim mahkemelerinde yargılanan bu subaylardan 10 kişi idam edilmiş ve diğerleri uzun süre hapis cezaları almışlardır. SSCB ve ABD’nin İran silahlı kuvvetlerindeki bu denli nüfuzu devrimin kurucu lideri Ayetullah Humeyni çevresine toplanan devrimci siyasal İslamcıları korkutan meselelerin başında gelmiştir. Bundan dolayı 1980’de Ayetullah Humeyni’ye yakın İslamcı Şii milis grupların birleşmesiyle Devrim Muhafızları Ordusu kurulmuştur.
Devrim Muhafızları Ordusu’nun oluşum felsefesi klasik orduya güvensizlikten kaynaklanarak iki farklı Şiici görüşün birleşmesiyle gerçekleşmiştir. Bu görüş farklılığı Devrim Muhafızları Ordusu’nun ilk kuruluş toplantısında da kendini göstermiştir. Ayetullah Humeyni’yi devrin Davud’u ve İmam olarak gören her iki görüş İran adlandırmasında anlaşamamışlardır. Bir tarafta bugün reformist denilen milisler bu yeni oluşumun adını İran Devrim Muhafızları Ordusu olmasını isterken, daha sonraları kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan karşı grup bu oluşumun yalnız İran ile sınırlı kalmayacağını ve yeryüzünde gerçek İslam’ı yaymakla yükümlü olduğundan dolayı İran kelimesinin kullanımına karşı çıkmışlardır. DMO’nun ad ve ambleminde İran kelimesinin kullanılmasına karşı çıkan ikinci görüş, devrim öncesinde İslamî Milel, 1965’te kurulan Hizbullah Örgütü, Mensurun Grubu ve İslam Fedaileri milis grupları bünyesinde Muhammed Rıza Şah’a karşı silahlı mücadele etmişlerdir. Bu grupların görüşünün ağır bastığı ilk toplantıda DMO’nun adında İran kelimesi kullanılmamış ve DMO amblemi üzerine Enfal suresinin 60.ayeti (Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın), yer küresi, Allah kelimesi, silah, el ve zeytin dalı konulmuştur. 1979’dan günümüze İran siyasî tarihi, bu düşüncenin diğer düşünceleri tasfiye ederek giderek büyümesinden başka bir şey olmamıştır. İran-Irak savaşı esnasında bile Ayetullah Humeyni ile reformistlere daha çok meydan verdiğinden ve İsrail’e karşı İran’ın savaşta olduğu bahanesiyle eyleme izin vermediğinden dolayı tartışmışlardır. DMO içindeki bu görüşe sahip genç komutanlar Ayetullah Humeyni’nin vefatından sonra yeni lider Ayetullah Seyyid Ali Hameneyi’ye yakınlaşmışlardır.
Devrim’den hemen sonra Ayetullah Şeriatmedari taraftarları Vilayeti Fakih ilkesine karşı çıkmış; Tebriz sokakları Devrim Muhafızları Ordusu milisleriyle Müslüman Halk Partisi milislerinin sıcak çatışmalarına sahne olmuştur. Devrim öncesinde Ayetullah Şeriatmedari ve Ayetullah Humeyni arasındaki önemli görüş farkı, Şii fıkhının İntizar kavramında kendini göstermiştir. Ayetullah Şeriatmedari, gelenekselci Necef merkezli ekolün görüşüne uygun olarak bireyin Mehdi’nin gelişinde hiçbir rolü olmadığını ve Allah’ın iradesine bağlı bir kavram olduğunu savunurken, Ayetullah Humeyni Kum merkezli ekolün görüşüne uygun olarak bireyin Mehdi’nin gelişini İslam Devleti’ni kurmakla hızlandırabileceği tezini savunmuştur. DMO’ya hâkim olan zihniyet Ahır-ul Zaman işaretlerinin dünyada göründüğü ve İran’dan çıkacak Mehdi askerlerinin bunu hızlandırmakla yükümlü olduğu zihniyeti olmuştur. Devrim sonrasında Tebriz merkezli Ayetullah Şeriatmedari taraftarlarının ayaklanması bastırıldıktan sonra, sıra Halkın Mücahitleri Örgütü’nün tasfiyesine gelmiştir. Sosyalist İslam taraftarı olan Halkın Mücahitleri Örgütü’nün düşünsel çerçevesi, Ali Şeriati gibi düşünürlerin eserlerinden esinlenen düşünceler olmuştur. Halkın Mücahitleri Örgütü devrimden önce Ali Şeriati ve Ayetullah Talikanî posterleriyle yürüyüşler düzenlerken Ayetullah Humeyni’ye İmam Humeyni olarak hitap eden ilk gruplardan olmuştur. Bu grup devrimden sonra Devrim Muhafızları Ordusu ve Ayetullah Humeyni’nin devrimin ilkelerine uymayan uygulamalarına karşı başkaldırmış; Tahran sokakları bu iki milis gücün çatışmasına sahne olmuştur. Örgütün lideri Mesut Recevi ile İran’ın ilk başbakanı Ebul Hasan Beni Sedr’in Paris’e kaçması ve lider kadronun Tahran’da öldürülmesiyle Halkın Mücahitleri Örgütü’nün büyük kısmı yurtdışına kaçmış; yurt içi Devrim Muhafızları Ordusu’nda kalmıştır. Örgütün ilk stratejik eylem planı İran ile düşman olan Irak’ta Eşref Kampı denilen milis karargâhın kurulması olmuştur. İran ile savaş hazırlığında olan Saddam Hüseyin buna müsaade ederek sekiz sene süren İran-Irak savaşında Halkın Mücahitleri Örgütü, Saddam Hüseyin ve Irak ordusu saflarında İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşmıştır. Eşref Karargâhı uzun süre İran İslam Cumhuriyeti ve mollalarla savaşmak isteyen gençlerin ütopik kenti olmuştur. İran’ın 90’lı yılları, Halkın Mücahitleri Örgütü genç üyelerinin cezaevlerinde toplu infazlara götürüldüğü yıllar olmuştur. İran muhalefeti hâlâ o dönemin yarattığı korkuyu üzerinden atamamıştır. Birçok gencin suçsuz oldukları halde rejim tarafından idam edildikleri kanısı, bugün İran’da yaygın bir düşüncedir. Obama döneminde Irak’ın İran’a bırakılmasıyla Eşref Karargâhı kapatılmış ve yüzlerce Halkın Mücahitleri Örgütü üyesi ABD desteğiyle Arnavutluk’a yerleştirilmiş; propaganda savaşı yürütebilen kadrolar Avrupa ve Amerika’ya transfer edilmiştir. Geçtiğimiz sene Halkın Mücahitleri Örgütü, Paris’te Suudi Arabistan eski istihbarat başkanı ve ABD’li yetkililerin katılımıyla büyük bir kurultay yapmıştır. Bu kurultayda konuşan Halkın Mücahitleri Örgütü Eşbaşkanı Meryem Recevi “İran Kürdistan’ının özerkliği bizim vazgeçmeyeceğimiz vefa borcumuzdur” diyerek yakın gelecekte molla rejiminin devrileceğini söylemiştir.
90’lı yılların ortalarında yurtiçinde Halkın Mücahitleri Örgütü tehdidi, ortadan kalktıktan sonra Devrim Muhafızları Ordusu içinde bölünmeler yaşanırken, devrimin başında ABD büyükelçiliğinin işgalinde bile aktif rol alan bir kesim sivil siyasete soyunup İstihbarat Bakanlığı merkezli stratejik merkezlerde devrime hizmete devam etmek istemişlerdir. Ayetullah Hameneyi’nin eski rakibi gibi bilinen Ayetullah Haşimi Refsencani’nin çevresine toplanan bu kesim, devrimin olmasından 30 sene geçmemesine rağmen kendi geçmişlerini eleştirmeye başlamış, İran’ın legal siyasetinde reformist akımın çıkmasına sebep olmuştur. Ülkenin ideolojik ideallerle idare edilemeyeceğini ve İran’ın devrim ihracından vazgeçip ulusal çıkar merkezli politika güdümüne girmesi gereksinimini savunan reformistlerin karşısına, hâlâ devrim ideallerini tüm çıplaklığıyla ruhlarında taşıyan ve “Her gün Aşura Her yer Kerbela” sloganı öncülüğünde Ayetullah Hameneyi çevresinde toplanan Devrim Muhafızları Ordusu komutanları dikilmiştir. Bu rekabet 2009’da İran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde patlak vermiş ve reformist düşünce Yeşil Harekât adı altında başkent Tahran başta olmak üzere bazı büyük şehirlerde kalabalık protestolar yapmıştır. 2009’da sekiz ay süren bu protestolarda Tahran düştü düşecek diyerek bekleyen reformistler, Devrim Muhafızları Ordusu’nun müdahalesiyle karşılaşılıp dinî lider Ayetullah Hameneyi’nin kollamasıyla isyan yatıştırılmış, reformistler toplu şekilde mahkemeye çıkartılırken eski başbakan Mir Hüseyin Musevi, eşi Zehra Rehneverd ve eski İran Meclis başkanı Mehdi Kerrubi ev hapsine alınmıştır. 2009’dan sonra reformistler İran’ın güç merkezlerinden silinerek meydanlarda rakipsiz kalan DMO komutanları ülkenin ekonomi, kültür ve siyasetine tamamen egemen olmuşlardır. O dönemde Ahmedinijad’ı destekleyen bu düşüncenin uluslararası politikası İran’ı yalnızlaştırmış, İran ekonomisi ağır ambargolara tabi tutulmuş; ülke ekonomisi çöküşün eşiğine gitmiştir.
Ayetullah Hameneyi ve Devrim Muhafızları Ordusu ülkede ekonomik rahatlama yaşamanın şartını Batı ile nükleer anlaşmada görüp hem reformistlerin desteğini almış, hem de ülkedeki oluşan reformist-muhafazakâr kavgasını hafifletebilen Hasan Ruhani’yi devreye sokmuştur. Hasan Ruhani, her ne kadar ılımlı bir söylemle ortaya çıkmışsa da üzün zamandan beri Devrim Muhafızları Ordusu’nun ekonomik faaliyetlerini eleştiren şahıslardan olmuştur. Nitekim bu eleştiri yalnız reformist geleneğe yakın Ruhani’yle sınırlı olmamış; İran Meclisi stratejik araştırmalar merkezi eski başkanı ve sivil muhafazakârların ünlü ekonomisti Ahmet Tevekküli’de askerlerin ekonomideki rollerini eleştirmekte öncü isimlerden olmuştur. Devrim Muhafızları Ordusu’nun İran ekonomisindeki rolü ve ülkenin kalkınmasına karşı tahribatı muhafazakâr ve reformistlerin ortak paydada buluştuğu noktalardan olmuştur. Bu sonuç sadece bu iki isimle sınırlı olmamış ve İran Devlet Akilleri denilen Nizam Salahları Teşhis Konseyi Stratejik Araştırmalar Merkezi, İslamî Şura Meclisi Stratejik Araştırmalar Merkezi ve Cumhurbaşkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin vardığı ortak sonuç olmuştur. Böyle bir ortamda Trupm’ın ABD’de iktidara gelmesi dengeleri İran aleyhine değiştirmiş; Devrim Muhafızları Ordusu ABD Hazine Bakanlığı’nın ambargo listesi olan OFAC listesine alınmıştır.
İran’da son iki senedir süren siyasal çekişmeler, bu zeminde yürümüş; devlet akilleri İran ekonomisinin dünya ile entegre olmak gereksinimi savunurken, Ayetullah Hameneyi çevresi ve Devrim Muhafızları Ordusu generalleri ülkedeki ekonomik çözümün tek adresini DMO Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından hazırlanan Direniş Ekonomisi Doktrini olduğunu ileri sürmüştür. Direniş Ekonomisi Doktrini’nin içeriği incelendiğinde askerler ve vakıfların kontrolünde olan Mussolini dönemi İtalya’sının örnek aldığı ekonomik program olduğu görünmektedir. Bu doğrultuda son iki senede DMO’ya yakın haber siteleri “ülkede ekonomik sıkıntı var, hükümetin ekonomik programları başarısız ve halk aç” söylemine vurgu yapmış, Ruhani hükümetine yakın çevreler ise “ekonomi bizim kontrolümüzde değil ve devletin ekonomik yapılanması ciddi bir cerrahiye ihtiyacı var” cevabını vermişlerdir. İran’a hâkim olan bu psikolojik ortamda 28 Aralık 2017’de başlayan protestolar ekonomi meselesinin İran’ın önündeki en önemli sorun olduğunu göstermiştir. Protestolardan bir hafta geçmesine rağmen Devrim Muhafızları Ordusu 2009 olayları aksine sahaya inmemiş; protestoların haftası olduğunda DMO Genel Komutanı eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinijad’ı hedef göstererek DMO’ya yakın çevreler Direniş Ekonomisi Doktrini’nin sahaya sürüldüğü taktirde ekonomik sorunların çözüleceğine vurgu yapmışlardır.
Protestolar Nasıl Başladı? Nasıl Yayıldı?
28 Aralık 2017 Perşembe günü “Ne Be Gerani Kampanyası” (Hayat Pahalılığına Hayır Kampanyası) Telegram kanalının çağrısı üzerine bir küçük grup, Rezevî Horasan vilayetinin Meşhet kentinin Taları Meşhet (Meşhet Salonu) önünde ülkedeki enflasyon ve hayat pahalılığını protesto etmek amacıyla toplanmıştır. Öğleden önce başlayan bu protesto, kısa sürede çevre caddelere yayılarak Meşhet’in Şüheda Meydanı’na vardığında binlerce kişinin katılımıyla rejim karşıtı bir yürüyüşe dönüşmüştür. “Ölüm Olsun Hayat Pahalılığına” ve “Ölüm Olsun Ruhani’ye” sloganlarıyla başlayan bu protesto, Şüheda Meydanı’na vardığında “Ölüm Olsun Diktatöre”, “Ne Gazze Ne Lübnan Canım Feda İran’a”, “İslam’ı Merdiven Yaptınız, Halkı Usandırdınız” gibi radikal sloganlara evrilmiştir. Protestonun başladığında halka karşılık vermeyen güvenlik güçleri, sloganların radikalleşmesiyle sahaya inmiş ve tazyikli su, cop, göz yaşartıcı gazla halkı dağıtmaya çalışmıştır.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin birinci yardımcısı İshak Cihangiri’nin Meşhet kentini ziyaret ettiği gün gerçekleşen bu protestonun ilk başta DMO’ya yakın Muhafazakârların düzenlediği düşünülmüştür. İshak Cihangiri, katıldığı bir programda bu konuya dolaylı yoldan işaret ederek “olaylar büyüdüğü taktirde yarattığı tahribat, bugün toplumu hükümete baskı olsun diye harekete geçirenler üzerinde de etkisini gösterecektir” ifadesinde bulunmuştur. DMO’nun bu protestoda parmağının olabileceğini kuvvetlendiren nokta, güvenlik güçlerinin halka müsamaha gösterdiği gerçeği olmuştur. Küçük çaplı rejim karşıtı gösterileri anında bastıran DMO, bu protestonun yapılacağı haberinin bir hafta öncesinden duyurulmasına rağmen herhangi bir önlem almamış; protestonun başlamasını engellememiştir.
Meşhet kentinin protestosu devam ederken, Rezevî Horasan’ın ikinci büyük kenti Nişabur, Rezevî Horasan vilayetinin güneyinde bulunan Kaşmer kenti, Güney Horasan vilayetinin Bircend kenti, Yezd vilayetinin merkezî Yezd kenti, Buşehir vilayetinin Günave kenti, Semnan vilayetinin Şahrud kenti ve Mazenderan vilayetinin Nevşehir kentlerinde de benzer protesto yürüyüşleri yapılmıştır. Protestoların bu denli büyüyeceğinin öngörülmemesi ve arkasında kimin hangi amaçla olduğunun net bilinmemesi, medyanın ihtiyatlı bir şekilde tepki göstermesine sebep olmuştur. Aynı gün Buşehir kentinde taraftarlarına konuşan eski Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinijad’ın yargı sistemi başta olmak üzere devlet yetkililerini hedef alarak sert sözlerle eleştirmesi, İran sosyal medyasında geniş yankı bulmuştur. İran’da toplumsal adalet söylemiyle öne çıkan ve kendini alt tabakaların temsilcisi gibi sunan Mahmut Ahmedinijad, Buşehir ziyaretini Ayetullah Hameneyi’nin Ahmedinijad’ı kastederek verdiği demeç olan “bazılarının 10 sene iktidarda olmalarına rağmen muhalif görünüm vermeleri doğru değildir ve hesap vermelidirler” sonra gerçekleşmiştir. Bunlara ek olarak Ahmedinijad’ın Besic Örgütü üyesi bir sivil milisle tartışma videosu sosyal medyada paylaşılmıştır. Bu videoda Ahmednijad ilk defa Ayetullah Hamaneyi’nin otoritesini ve mutlak hâkim olmasını tartışmıştır.
28 Aralık Perşembe günü protestolarının akşamında rejim muhalifi bazı Telegram kanalları, sosyal medyada paylaştıkları yeni iletilerle İran halkını Cuma günü de ülke genelinde ekonomik durumu protesto etmek için sokağa çağırmıştır. 29 Aralık 2017 tarihinde sosyal medya üzerinde yapılan çağrılar İran’ın birçok kentinde karşılık bulmuştur. Cuma günü yapılan protestolarda sloganlar radikalleşmiş; dinî lider Ayetullah Hameneyi ve İslam Cumhuriyeti’nin varoluş ilkeleri hedef alınmıştır. Cuma günü ilk protesto Kirmanşah vilayetinin merkezî Kirmanşah kentinde yapılmıştır. Kirmanşah kentinde yapılan protesto da polis teşkilatı başta olmak üzere güvenlik güçleri ve halk arasında çatışmalar yaşanmış; protestocular güvenlik güçlerinin şiddet kullanmasına taşla karşılık vermişlerdir. Gündüz vakti Kirmanşah kentinden sonra Meşhet protestosunu desteklemek amaçlı sokağa çıkan ikinci kent olan Luristan vilayetinin merkezî Hürremabad kenti olmuştur. Hurremabad’ın ardından Rezevî Horasan vilayetinin Kuçan kenti ahalisi de sokağa çıkmıştır. Bu üç kentin ardından Reşt, İsfahan, Ahvaz, Hemedan, Kazvin, Sebzivar, Abadan, Sari, Kum ve Bocnurd kentlerinde benzer protestolar yaşanmıştır. İlk gün protestolarında “Ölüm Olsun Diktatöre” diyerek dolaylı yolla Ayetullah Hameneyi’yi kasteden protestocular ikinci günde net dille “Ölüm Olsun Hameneyi’ye” ve “İstiklal Azadî Cumhuriye İranî” sloganları atarak rejimin ilkelerini hedef almışlardır.
Protestoların ikinci günde rejim karşıtı sloganlarla ülke geneline yayılması ardından dış destek gelmeye başlamıştır. Cuma günü akşamı ABD Dışişleri Bakanlığı yaptığı bir açıklamayla protestocuları desteklediğini ve diğer devletlerin de İran halkı yanında yer almalarını istemiştir. ABD Temsilciler Meclisi başkanı Paul Ryan, Cuma günü attığı tweette ABD’nin İranlı protestocuların yanında olduğunu duyurmuştur. ABD Başkanı Trump, Cuma günü akşamı attığı tweette “İran halkı yöneticilerin fesadına ve ülke zenginliğinin dışarıda teröre harcanmasından bıkmıştır. İran devleti kendi vatandaşlarının haklarına saygı duymalıdır, dünya seyrediyor” diyerek protestoları desteklemiştir. Protestoların üçüncü gününde iki gündür devam eden protestolar ülkenin başkenti Tahran başta olmak üzere birçok kente sıçramıştır. Cumartesi günü protestolarında bazı kentlerde kamu binalarının halk tarafından ele geçirilmesi ve Ayetullah Hameneyi’nin fotoğraflarının yakılması videoları sosyal medyada büyük yankı bulmuştur. Üçüncü gün protestoları rejimin legal simasını oluşturan reformistler ve muhafazakârları geçerek rejim muhalifi saltanatı talep edenler (eski İran şahı Muhammed Rıza Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi taraftarları) ve Halk Mücahitleri Örgütü çizgesine girdiğini göstermiştir. Cumartesi akşamı ABD, Suudi Arabistan ve İsrail’in açıktan destek verdiği İran’ın protesto haberleri dünya manşetine taşınarak önemli haber ajansları başta olmak üzere birçok ajans İran’da yaşananları haber yapmıştır. Fakat 31 Aralık 2017 Pazar günü, protestoların İran genelinde zirve yaptığı gün olmuştur. Perşembe günü Meşhet’te başlayan protestolar, Pazar gününe geldiğinde İran’ın 42 kentine sıçramıştır. Pazar günü akşam saatlerine doğru başlayan protestolarda dinî liderin fotoğraflarının yakılması, Ayetullah Hameneyi’ye ölüm sloganlarının atılması, DMO’ya bağlı merkezlere saldırılar ve kamu mallarının ateşe verilmesi İran basınında eylemlerin sıcak çatışmaya dönüşebileceği korkusunu yaratmıştır. DMO’ya yakın haber ajansları “İran Suriye Olmaz” sloganıyla protesto yapmanın halkın doğal hakkı olduğu fakat ekonomik istek merkezli başlanan bu protestoların Halkın Mücahitleri Örgütü ve dış mihraklar vasıtasıyla saptırıldığını yazmıştır. Olayların büyüdüğü dördüncü gün akşamında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin İRİB’e yaptığı açıklamalar televizyondan yayınlanmıştır. Tansiyonu düşürmek amacıyla yayınlanan bu açıklamalarda bir taraftan halkın meşru isteklerinin dikkate alınacağına vurgu yapılarak diğer taraftan protestocular uyarılmıştır.
İran rejim muhalifi gruplara hâkim olan psikoloji ise artık reformistlerin İran halkı nezdinde itibarlarının olmaması ve halkın rejimi devirmek taraftarı olan grupların yanına geçtiği iddiası olmuştur. Bunu kuvvetlendiren husus, eski protestoların aksine ev hapsinde olan reformist liderlerin serbest bırakılmasıyla ilgili sloganların atılmaması ve reformist grupların protestocuların sokak eylemelerine karşı çıkmaları olmuştur. Bu arada DMO’nun geçmiş dönemler özellikle 2009 olaylarına kıyasla sokağa inmemesi ve protestoların kontrolünü yalnız polise bırakması protestoların kuşkulu yönünü oluşturmuştur. Kimilerine göre DMO bu sessizliğiyle Ruhani’ye baskı kurmak istemiş, kimlerine göre de sert müdahale ettiği taktirde halkın karşı vermesi durumunda ülkede daha büyük kriz oluşabileceği ihtimalinden korkmuştur. Protestoların dördüncü gün akşamı İran Yüksek Millî Güvenlik Konseyi’nin kararıyla İran halkının Telegram ve İnstagram gibi sosyal medyalara erişimlerinin kapatılmış; halk arasında haberleşme engellenerek protestoların yayılma hızı düşmüştür. Bugünden sonra artık İran’dan gelen haberler küçük çaplı radikal sloganlar eşliğinde güvenlik güçleri ve halk arasında çatışmaların videoları olmuştur.
İran Halkı Ne İstiyor?
Yazının giriş kısmında Jervis’in söylediği gibi ABD ve Batı 1979’da İran sahasını iyi bilmedikleri ve İran’da Şii cihatçı grupların gücüne vâkıf olmadıklarından dolayı siyasal İslamcıları destekleyerek İran Devrimi’nin yapılmasına müsaade etmişlerdir. 1978 Afganistan darbesinde olduğu gibi amaç İran’da SSCB yanlısı bir askerî darbeyi önceden engellemek olmuştur. Devrim yapılır yapılmaz ulusal çıkar merkezli düşünceye sahip liberal İslamcılar tasfiye edilerek Şia fıkhı merkezli İslam Devleti kurulmuştur. İranlılık ve Şiiliğin anti tezi gibi ortaya çıkan bu yeni devlet bir taraftan halkı zorla cennete sokmak isterken, diğer taraftan devrimin yapılmasında rol alan rakip grupları tasfiye etmiştir. Kendilerini Mehdi’nin askerleri görüp dünyayı Mehdi’nin gelişi için hazırlamakla yükümlü hisseden gruplar Ayetullah Hameneyi’ye Ahirül Zaman’ın Seyyidi Horasanî (Horasanlı Seyyid) diyerek laik değerleri baş düşman ve toplumsal özgürlükleri şeytanın askerleri olarak ilan etmişlerdir. Bundan sonra İran kapalı bir toplum haline evrilerek halk toplumsal özgürlüklerden mahrum bırakılmıştır. İran yönetiminin bu baskıcı politikası İran toplumunu yeni kimlik arayışlarına girmeye zorlamıştır. Etniklerin yaşadığı bölgelerde düne kadar İranlılık ve İslam’a sevgiyle bakan halkta, tepkisel etnik milliyetçilik, Fars etniği içinde ateistlik ve Ehli Sünnet içinde Şia zorbalığına karşı nefret duygusu yükselmiştir. Böyle bir ortamda amblemi üzerinde “başardığınız kadar kuvvet hazırlayın” ayeti taşıyan Devrim Muhafızları Ordusu’nun nükleer faaliyetleri ülkeyi büyük yaptırımlarla karşı karşıya bırakmıştır. Batı’nın bu yaptırımlarına karşı İran devlet yöneticileri devrimden sonraki tipik davranışlarını devamı doğrultusunda daha da inatçı olmuşlardır. Yaptırımlar neticesinde dün özgürlükleri ellerinden alan İran halkının bu defa ekmeği hedef alınmıştır. Arap Baharı’nın patlak vermesi Obama dönemine denk geldiğinden dolayı ABD devleti Müslüman Kardeşlerin yayılmasını engellemek amacıyla İran’ın bölgeyi dengeleyebilecek unsur olarak görmüş ve İran’ın bölgeye yayılmasına müsaade edilmiştir. Arap Baharı kontrole alındıktan sonra CIA içinde tartışılır bir atama ve değişim yapılmıştır. CIA’de İran masası departman statüsüne yükselmiş ve basının yakından tanıdığı Michael D’Andrea gibi tartışılır bir isim departmanın başına geçmiştir. Babasının da CIA görevlisi olduğu Michael D’Andrea ilk görevi için Mısır’a gönderilmiştir. Mısır’da Müslüman bir kadına âşık olup evlendikten sonra İslam’ı kabul etmiştir. CIA içinde namaz vaktinin dakikasını kaçırmamak ve aşırı sigara içmekle ünlü olan Michael, Kum’da hangi Ayetullah’ın Necef’de hangi Ayetullah’la sorunu vardır takip etmesi ve beyni Ayetullah isimlerinin veri tabanı gibi çalıştığından dolayı arkadaşları tarafından dalga geçilmiş; bu kişiye Ayetullah Mike diye hitap edilmiştir. CIA’nın terörle mücadele birimi başkanı olduğu dönemde İran Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’nin dünürü olan Lübnan Hizbullah Örgütü operasyon birimi başkanı İmad Muğniye’nin teröründe Mossad’a yardım etmesi ve El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’in yerini bulup operasyon düzenlemesinden dolayı Karanlıklar Prensi lakabını da almıştır. Michael D’Andrea’nın CIA İran departmanı başına geçtiğinden sonra ilk işi Halkın Mücahitleri Örgütü’ne tekrar çeki düzen vermesi olmuştur. İran muhaliflerince de sevilmeyen bu örgüt Devrim Muhafızları Ordusu’na benzer bir yapıya sahip olarak ideolojik silahlı militanlardan oluşmaktadır. Tek kıyafet, tek lider ve mollasız İslam devleti anlayışını savunan Halkın Mücahitleri Örgütü tek kelimeyle demokrasiye inanmayan yalnız mollaların devrilmesini isteyen silahlı bir örgüttür. Nitekim bu örgütün amblemi üzerine yer küresi, İran haritası, orak, yıldız, el, silah ve Nisa suresinin 95.ayeti (Allah, mücahitleri oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır) üzerinde şekillenmiştir. Sosyalist İslamcı düşünceye sahip bu örgüt, ABD cumhuriyetçilerine yakın bir örgüt olarak geçtiğimiz sene Suudi Arabistan istihbaratı ve CIA’nın desteğiyle Fransa’nın başkenti Paris’te büyük bir kurultay gerçekleştirerek zafer yakındır mesajını vermiştir. İran’da silahlı Kürt etniği örgütlerini yayına alabilen örgütün “İran Kürdistan’ının özerkliği bizim vazgeçmeyeceğimiz vefa borcumuzdur” açıklaması düne kadar etnik meseleye karışmayan Halkın Mücahitleri’nin etnik milliyetçiliğe destek vereceği anlamına gelmiştir. Bu kurultay üzerine İran Dışişleri Bakanı Fransa devletinden İran muhalifi terör gruplarını desteklememesini istemiştir. İran’a yönelik bu değişimler CIA ile sınırlı kalmamış; Fransa İstihbaratı yaptığı bir duyuruyla Farsça bilen 700 kişi, İngiltere İstihbaratı 1500 kişi ve İsrail istihbaratı sınırsız şekilde eleman alabileceklerini duyurulmuştur.
Bütün bu hazırlıklar yalnız kesin bir öngörü üzerine kurgulanmıştır. Askerlerin İran ekonomisini tekellerine geçirmeleri, Batı’nın yaptırımları, Rusya’nın İran’ı yalnız silah pazarı ve Ortadoğu’da kara kuvveti olarak görüp ekonomik kalkınmasına yardım etmemesi ve İran devlet yönetiminin ideolojik değerleri ekonomik merkezli ulusal çıkara tercih vermesi refahtan yoksun aç bir toplum oluşturmuştur. 1990 sonrası İran doğumlular sosyal medya vasıtasıyla dünyadan haber alabilmiş; yöneticilere nefret hissi beslemişlerdir. Bu nefret hissinin bir gün patlak vereceği, İran basınını takip edenlerce bilinmekteydi. İşte İran’da olan şu: Meşhet protestosu geleceğinden ümitsiz özgürlük ve ekmeği elinden alan genç kuşağın patlamasını fitilledi, sosyal medya ülke geneline yaydı ve önceden hazırlıklarını yapan rejim muhalifleri ile İran karşıtları oluşan dalgaya binmeye çalıştılar.
HHHHHHHH

No comments:

Post a Comment